İslam Ortadoğu’ya Barış ve Huzur Getirmiştir

Ey iman edenler, hepiniz topluca “barış ve güvenliğe” (Silm’e, İslam’a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.
(Bakara Suresi, 208)

Tarihi incelediğimiz zaman, Kuran’ın rehberliğine uyan Müslüman yöneticilerin hakim olduğu bölgelerde barışın, sevginin ve huzurun hakim olduğunu görürüz. Peygamber Efendimiz (sav)’in yaşadığı süre boyunca fethettiği topraklarda yaptığı uygulamalar bunun çok önemli bir örneğidir. Ancak Peygamberimiz Hz. Muhammed’den sonra da Kuran ahlakından taviz vermeyen ve elçilerin yolunu izleyen adil yöneticiler barış ve huzur dolu bir toplum oluşturmayı başarmışlardır. Kuran’da tarif edilen gerçek adalet, doğruluk ve dürüstlük, bu yöneticiler döneminde de hüküm sürmüş ve bu yönetimler, kendilerinden sonra gelecek insanlara birer örnek teşkil etmişlerdir.

Üç dinin bir arada yaşadığı Filistin ve Kudüs toprakları da Müslümanların hakim oldukları topraklara nasıl bir istikrar ve huzur getirdiklerini göstermesi açısından çok önemlidir. Nitekim son 1400 yıl içinde Müslümanlar Kudüs’e ve Filistin’e hep barış getirmişlerdir.

Hz. Ömer’in Filistin’e Getirdiği Barış ve Adalet

MS. 71 yılına dek Kudüs, Musevilerin başkentiydi. Ancak o yıl Roma Orduları Musevilere karşı büyük bir saldırı düzenlediler ve büyük bir vahşetin ardından onları bölgeden sürdüler. Museviler için diaspora dönemi başlarken, Kudüs ve çevresi de terk edilmiş bir toprak haline gelmiş oluyordu.

Ancak Roma İmparatorluğu’nun İmparator Konstantin döneminde Hristiyanlığı kabul etmesi üzerine, Kudüs yeniden ilgi odağı oldu. Hristiyan Romalılar Kudüs’te kiliseler inşa ettiler, Musevilerin de bölgede yerleşmesine yönelik yasakları kaldırdılar. Filistin 7. yüzyıla dek Roma (Bizans) toprağı olarak kaldı. Kısa bir süre Persler bölgeyi ellerinde tuttular, ama sonra Bizans yeniden Filistin’in hakimi oldu.

Filistin tarihindeki en büyük dönüm noktası ise, 637 yılında bölgenin İslam orduları tarafından fethedilmesiydi. Bu fetih, asırlardır savaşlara, sürgünlere, yağma ve katliamlara sahne olan, farklı inançlar arasında sık sık el değiştiren ve değiştirdikçe de yeni vahşetler yaşayan Filistin’e, barış ve huzurun yerleşmesi anlamına geliyordu. İslam’ın hakimiyeti, Filistin’de farklı inançların bir arada yaşanabileceği bir çağın başlangıcı oldu.

Kudüs Kalesi, D. Roberts, 1841 sonrasında L. Haghe tarafından, renkli litografi.

Filistin, Peygamber Efendimiz (sav)’den sonraki ikinci halife olan Hz. Ömer tarafından fethedildi. Hz. Ömer’in Kudüs’e girişi, ardından buradaki farklı inançlara karşı gösterdiği olağanüstü merhamet, olgunluk ve nezaket, başlayan güzel dönemin habercisiydi. İngiliz tarihçi ve Ortadoğu uzmanı Karen Armstrong, Holy War (Kutsal Savaş) adlı kitabında, Hz. Ömer’in Kudüs fethini şöyle anlatır:

Halife Ömer Kudüs’e beyaz bir devenin üzerinde girdi, yanında ise kentin Yunan yöneticisi Başrahip Sophronius vardı. Halife kendisinin öncelikle Tapınak Tepesine (yıkık olan Hz. Süleyman mabedinin yerine) götürülmesini rica etti ve dostu Hz. Muhammed’in Gece Yolculuğu’nu (Mirac) yaptığı bu noktada eğildi ve dua etti. Başrahip bu sahneyi dehşet içinde izliyordu... “Son Günler”in artık yaklaştığını sanmıştı. Daha sonra Halife Ömer Hristiyan tapınaklarını görmek istedi ve tam Kutsal Mezar (Holy Sepulchre) Kilisesi’ne gittiğinde, namaz vakti geldi. Başrahip kendisini kibarca namazını bu kilisede kılmaya davet etti, ama Halife Ömer bu teklifi kibarca reddetti. Eğer bu kilisede namaz kılarsa, sonra bazı Müslümanların bu olayı anıtlaştırmak amacıyla buraya bir cami inşa etmek isteyebileceklerini, bunun ise Kutsal Mezar Kilisesi’nin yıkılması anlamına geleceğini izah etti. Bu nedenle Halife kiliseden çıkıp biraz daha ilerdeki bir noktada namazını kıldı; nitekim bugün tam bu noktada, Kutsal Mezar Kilisesi’nin tam karşısında Halife Ömer’in adına inşa edilmiş küçük bir cami bulunmaktadır.

Halife Ömer’in diğer büyük camii ise, tam Tapınak Tepesi’nde yapıldı. Yıllardır Hristiyanlar, yıkık Musevi Tapınağının yer aldığı bu alanı, şehrin çöp yığınağı olarak kullanıyorlardı. Halife, Müslümanların bu çöpleri temizlemelerine kendi elleriyle yardım etti ve burada Müslümanlar iki mabed inşa ederek İslam’ı, İslam’ın dünyadaki üçüncü kutsal şehrine yerleştirmiş oldular.21

Hz. Ömer Camii

Müslümanların Kudüs şehrini fethetmesiyle, şehir üç dinin barış içinde yaşayabildiği güvenli bir belde oldu. John L. Esposito bu konuyla ilgili şöyle yazar:

Arap orduları 638 tarihinde Kudüs’ü aldıklarında, Hıristiyan alemi için mabetleri nedeniyle önemli bir hac ziyareti merkezini ele geçirmiş oldular. Kiliseler ve Hıristiyan nüfus hiç rahatsız edilmedi. Hıristiyan yöneticiler nedeniyle uzun süredir buradan yasaklanan Musevilerin Süleyman ve Davud’un şehrine geri dönmelerine, yaşamalarına ve ibadet etmelerine izin verildi. 22

Hz. Ömer Kudüs’e geldiğinde Müslüman adaletinin bir sonucu olarak Kudüs Patriği ile aşağıdaki anlaşmayı imzaladı:

Allah’ın kulu ve müminlerin emiri Ömer tarafından İlya (Kudüs) halkına verilen emannamedir. Emir’ül müminin, hasta olsun, sıhhatte bulunsun bütün halkın mal ve canlarının korunacağını garanti eder. Aynı zamanda ibadet yerlerine, haçlarına ve dinlerine dokunulmayacağını temin eder. Halkın kiliseleri tahrip edilemeyeceği gibi mesken haline de getirilemeyecektir. Eskiden sahip oldukları haklar aynen muhafaza edilecektir. Ne malik oldukları şeylere bir halel gelecek ve ne de mezhepleri hususunda onlara bir baskı yapılacaktır. İçlerinden hiçbir kimse hiçbir şekilde zarar görmeyecektir... Allah, Peygamberi, sahabileri ve müminler bu anlaşmaya şahitlik ederler. İmza; Ömer b. Hattab

Kısacası Müslümanlarla birlikte Kudüs’e ve tüm Filistin’e “medeniyet” geldi. Birbirlerinin kutsal değerlerine saygı göstermeyen, birbirlerini sırf farklı inançlara sahip oldukları için katliamdan geçiren vahşi ve barbar inançların yerine, İslam’ın adil, hoşgörülü ve mutedil kültürü hakim oldu. Hz. Ömer’in fethinden sonra Filistin’de Müslümanlar, Hristiyanlar ve Museviler asırlar boyu barış ve huzur içinde yaşadılar. Müslümanlar hiç kimseyi zorla İslamlaştırmaya çalışmadılar, ancak İslam’ın Hak Din olduğunu gören bazı gayrimüslimler kendi rızalarıyla İslam’ı seçtiler.

Filistin’deki bu barış ve huzur, bölge, Müslümanların hakimiyetinde olduğu sürece devam etti. Ancak 11. yüzyılın sonunda, bölgeye dışardan işgalci bir güç girdi ve Kudüs’ün medeni topraklarını, görülmemiş bir barbarlık ve vahşetle yağmaladı: Haçlı Ordusu...

Haçlıların Filistin’de Gerçekleştirdikleri Vahşet

Filistin’de her üç dinin mensupları barış ve huzur içinde yaşarken, Avrupa’daki Hristiyanlar bir “Haçlı” seferi organize etmeye karar verdiler. Papa II. Urban’ın 27 Kasım 1095 günü Clermont Konseyi’nde yaptığı çağrı ile, “Kutsal Toprakları Müslümanlardan kurtarmak” ve asıl olarak da Doğu’nun efsanevi zenginliğine ulaşmak adı altında yüz binin üzerinde insan Avrupa’nın dört bir yanından Filistin’e doğru yola çıktı. Uzun ve yıpratıcı bir seferden ve Müslümanlara karşı gerçekleştirdikleri pek çok yağma ve katliamdan sonra 1099 yılında gerçekten de Kudüs’e vardılar. Yaklaşık 5 hafta süren uzun bir kuşatmanın ardından şehir düştü ve Haçlılar kente girdiler. Ve dünya tarihinde eşine az rastlanır bir vahşet sergilediler. Daha önce de belirttiğimiz gibi, şehirdeki tüm Müslümanları ve Musevileri kılıçtan geçirerek korkunç bir katliam gerçekleştirdiler.

Filistin’in, Hz. Ömer’den bu yana süren barış ve huzuru, Haçlı vahşeti ile sona ermiş oldu. Haçlılar, bir sevgi ve merhamet dini olan Hristiyanlığın tüm ahlaki kıstaslarını çiğneyerek, sözde Hristiyanlık adına terör uyguladılar.

Kudüs’te Müslümanlar ve Museviler Haçlılar tarafından vahşice katledildiler.

Selahaddin Eyyubi’nin Adaleti

Barbar Haçlı ordusu, Kudüs’ü kendisine başkent yaptı ve sınırları Filistin’den Antakya’ya kadar uzanan bir Latin Krallığı kurdu. Ancak bu krallığın ömrü fazla uzun olmayacaktı. Ortadoğu’daki tüm Müslüman emirlikleri birleştiren Selahaddin Eyyubi, 1187’deki Hıttin Savaşı’nda tüm Haçlı Ordusunu bozguna uğrattı. Savaşın ardından Haçlı ordusunun iki kumandanı, Reynauld of Chatillon ve Kral Guy, Selahaddin Eyyubi’nin huzuruna çıkarıldı. Selahaddin Eyyubi, daha önce Müslümanlara karşı uyguladığı korkunç vahşetlerle ünlenmiş olan Reynauld of Chatillon’u idam etti, ancak aynı suçları işlememiş olan Kral Guy’u serbest bıraktı. Filistin toprakları bir kez daha adaletin ne olduğu görüyordu.

Selahaddin Eyyubi Hıttin’in hemen ardından -tam da Peygamberimiz (sav)’in bir gecede Mekke’den Kudüs’e götürüldüğü kutsal Mirac günü- Kudüs’e girerek 88 yıldır Haçlı işgali altında olan şehri kurtardı. Haçlılar, 88 yıl önce Kudüs’ü aldıklarında içindeki tüm Müslümanları katletmişlerdi ve bu yüzden bu sefer de Selahhaddin Eyyubi’nin aynı vahşeti kendilerine yapacağını korkuyla bekliyorlardı. Oysa Selahaddin Eyyubi kentteki Hristiyanların hiçbirine dokunmadı. Dahası, sadece Latin (Katolik) Hristiyanların şehri terk etmelerini emretti, “Haçlı” kimliğine sahip olmayan Ortodokslar şehirde yaşamaya ve diledikleri gibi ibadet etmeye devam edebilirlerdi.

İngiliz tarihçi Karen Armstrong, Müslümanların bu ikinci Kudüs fethini şöyle anlatır:

2 Ekim 1187’de Selahaddin ve ordusu Kudüs’e fatihler olarak girdiler; gelecekteki 800 yıl boyunca şehir bir Müslüman kenti olacaktı... Selahaddin (katliam yapmamak üzere) önceden Hristiyanlara verdiği sözü tuttu ve şehri yüksek İslami prensiplere göre aldı. Kuran’da emredilmiş olduğu gibi şiddetten kaçındı, 1099 yılındaki katliamların öcünü almaya kalkmadı. Tek bir Hristiyan öldürülmedi, hiçbir yağma yapılmadı. Esirleri serbest bırakmak için istenen fidyeler ise son derece düşük tutuldu... Kuran’da emredildiği gibi, esirlerin çoğunu da hiçbir fidye almadan serbest bıraktı... Selahaddin’in kardeşi El-Adil, bin kadar esirin kendi hizmetine verilmesini istedi ve sonra hepsini -acınacak durumda olduklarını gördüğü için- karşılıksız olarak serbest bıraktı... Şehirdeki zengin Hristiyanlar, değerli eşyalarını yükleyip şehirden bir an önce gittiler, oysa ellerindeki para, şehirdeki tüm savaş esirlerinin fidyesini ödemeye fazlasıyla yetiyordu. Başrahip Heraclius, herkes gibi 10 dinarlık fidyesini ödedi, sonra da şehri hazinelerle dolu arabalarla terk etti.23

Selahaddin Eyyubi 1187 yılında Kudüs'e girerek 88 yıldır Haçlı işgali altındaki şehri kurtardı. Eyyubi kente girdiğinde Hristiyanların hiçbirine dokunmadığı gibi onlara karşı bağışlayıcı ve adil bir tutum gösterdi. Sadece Latin yani Katolik Hristiyanların şehri terk etmelerini emretti ve “Haçlı” kimliğine sahip olmayan Ortodokslar şehirde yaşamaya ve diledikleri gibi ibadet etmeye devam ettiler.

Kısacası Selahaddin Eyyubi ve onun komutasındaki Müslümanlar, Hristiyanlara karşı son derece adil ve merhametli davranmışlar, hatta onlara kendi liderlerinden çok daha fazla merhamet etmişlerdi. Sadece Hristiyanlar değil, Museviler de Müslümanların Kudüs’ü almalarıyla huzura ve güvenliğe kavuşmuşlardı. Kudüs’ün fethinden sonra kenti ziyaret eden ünlü İspanyol Musevi şairi Yuda Al-Harizi, bir eserinde duygularını şu şekilde kaleme almıştı:

Tanrı, kutsal yerin Esav’ın oğullarının elinde kalmayacağına karar verdi ve İsmailoğullarının prensi, temkinli ve cesur bir kişi olan Salahaddin’in ruhunu uyardı: O da ordusu ile Yeraşalayim’i zaptetti ve tüm Efraimoğullarını kabul edeceğini bildirdi. Şimdi barışın huzurunda yaşıyoruz...24

Kudüs’ten sonra, Filistin’in diğer şehirlerinde de Haçlıların vahşeti ve Müslümanların adaleti sürdü. İngiliz tarihinde büyük bir kahraman gibi tanıtılan Richard the Lionheart (Aslanyürekli Richard), 1191 yılında, Akra kalesinde aralarında pek çok kadın ve çocuğun da yer aldığı tam 3000 Müslümanı boyunlarını vurdurarak alçakça katletmişti. Müslümanlar bu vahşetlere şahit olmalarına rağmen, hiçbir zaman aynı yöntemlere başvurmadılar. Allah’ın “Ey iman edenler, bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin” hükmü uyarınca (Maide Suresi, 2), hiçbir zaman masum sivillere karşı şiddet uygulamadılar. Mağlup ettikleri Haçlı ordularına karşı dahi, gereksiz şiddet kullanmadılar.

Haçlıların vahşeti ve ardından gelen Müslüman adaleti, tarihi bir gerçeği bir kez daha göstermiş oluyordu: İslam’ın prensiplerine göre kurulan bir yönetim, farklı inançlara birarada, barış ve huzur içinde yaşama imkanı tanıyordu. Bu gerçek, Selahaddin Eyyubi’den sonraki 7 yüzyıl boyunca, özellikle de Osmanlı döneminde ispatlanmaya devam etti.

1187 yılındaki Hıttin Savaşı'ndan sonra Selahaddin Eyyubi ve Guy de Lusignan

Kral Richard, Akra kalesinde aralarında kadın ve çocukların da yer aldığı 3000 Müslümanı katletti.

Dipnotlar

21 Karen Armstrong, Holy War, p. 30-31

22 John L. Esposito, Islam: The Straight Path, p. 58

23 Karen Armstrong, Holy War, p. 185

24 Francis E. Peters, Jerusalem: Holy City in the Eyes of Chroniclers, Visitors, Pilgrims, and Prophets from the Days of Abraham to the Beginnings of Modern Times, Princeton, Princeton University Press, 1985, p. 363